Gençler karamsar!' Geçenlerde yapılan bir araştırmanın sonucu buydu. Daha da ilginci, günümüz gençliğinin 1980 öncesi gençliğinden daha da karamsar olması.
Neden böyle bir fark ortaya çıkıyor? 1980 öncesi ortalık kan gölüydü, can güvenliği yoktu.
Ama gençler gene de şimdikinden daha mutluydu. Sakın şimdilerde dalga geçmek için kullanılan 'dünyayı kurtarma sendromunun' bir sonucu
olmasın bu? 80 öncesi gençlik, kendisini bir misyonun taşıyıcısı olarak görüyordu. Yapılan araştırmalarda, günümüz gençlerinin paraya ve bireysel kurtuluşa önem verdiğini, dünyayı kurtarma gibi bir derdinin olmadığını görüyoruz.
İster 'Özal gençliği' deyin, ister 'neoliberalizmin gençliği', sonuç değişmiyor. Yeni ortam gençleri birkaç açıdan mutsuz kılacak potansiyele sahip.
Birincisi, rekabetçiliğin ve bireyciliğin güçlendiği bir ortam. Her koyun kendi bacağından asılıyor, gemisini kurtaran kaptan oluyor.
Hiçbir şey başarı kadar başarılı olamıyor...
İkincisi, para her şeyin ölçüsü olmaya başlıyor...
Üçüncüsü, başarı veya başarısızlıklar, toplumsal nedenlerden çok bireysel nedenlere bağlanıyor...
Ve artık kimse büyük ideallerin peşinde koşmuyor.
Savaş elbette korkunç bir şeydir. Ama insanlar gene de en az savaş dönemlerinde intihar ederler. Çünkü önlerinde kendi bireysel amaçlarını aşan, toplumsal boyutları olan büyük bir mücadele vardır.
Belki günümüz geçliğinin en fazla sıkıntısını çektiği şey, böyle bir misyondan, amaçtan yoksun olma duygusudur.
Bu tabloyu tamamlamak için şu paradoksu da eklemek lazım: Bir tarafan gençlere 'Para çok önemlidir' diyoruz, bir taraftan da işsizlik alabildiğine yaygınlaşıyor. Özellikle eğitimli gençlerin iş bulma şansı son derece düşük.
Dünkü gazetelerden birinde Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Nevzat Doğan'ın şu sözlerine yer verilmişti: Doğan, gençlerin çok karamsar olduğunu belirterek, "Ben de yoksul bir ailenin çocuğuyum," dedi. "Bir köy okulunu bitirdikten sonra parasız yatılı sınavını kazanarak ortaokul ve liseyi okudum. Tıp fakültesini askeri öğrenci olarak okudum. GATA'da doçent, Kocaeli Üniversitesi'nde profesör oldum. Herkes kendi geleceğini kendisi yapar."
Elbette iyi niyetle yapılmış bir konuşma. Ton olarak sayın Başbakan'ın
'Ekmeğini taştan çıkaran çocuk' öyküsünü andırıyor. Yalnız bu tür 'Biz ne zorluklarla okuduk adam olduk' nasihatlerinde beni rahatsız eden birkaç şey var. (Yanlış anlamayın, benim de zaman zaman kendimi böyle bir söyleme kaptırdığım oluyor.) Birincisi, herkesin başbakan veya profesör olması mümkün değil. Büyük adam olmasalar bile çocuklarımızı sevdiğimizi, seveceğimizi, başarının hayatta tek öemli ölçü olmadığını onlara anlatabilmeliyiz. İkincisi, 'Herkes kendi geleceğini yapar' türünden saptamalar bence hem doğru değildir, hem de çocukları kaldıramayacakları bir yükün altına sokmaktan başka bir işe de yaramayabilir. (Ve toplumsal yapının etkisini iyice göz ardı edip bireysel kurtuluşa bu kadar puan vermenin uzun vadede yıkıcı sonuçları olabilir.) Üçüncüsü, eğitimin amacı çocuğun yeteneklerini geliştirmesini sağlamak olmalıdır. Bunu sağlamayan eğitim çocuğa iş olanağı sunsa bile sınıfta kalmış demektir bence.
Neden böyle bir fark ortaya çıkıyor? 1980 öncesi ortalık kan gölüydü, can güvenliği yoktu.
Ama gençler gene de şimdikinden daha mutluydu. Sakın şimdilerde dalga geçmek için kullanılan 'dünyayı kurtarma sendromunun' bir sonucu
olmasın bu? 80 öncesi gençlik, kendisini bir misyonun taşıyıcısı olarak görüyordu. Yapılan araştırmalarda, günümüz gençlerinin paraya ve bireysel kurtuluşa önem verdiğini, dünyayı kurtarma gibi bir derdinin olmadığını görüyoruz.
İster 'Özal gençliği' deyin, ister 'neoliberalizmin gençliği', sonuç değişmiyor. Yeni ortam gençleri birkaç açıdan mutsuz kılacak potansiyele sahip.
Birincisi, rekabetçiliğin ve bireyciliğin güçlendiği bir ortam. Her koyun kendi bacağından asılıyor, gemisini kurtaran kaptan oluyor.
Hiçbir şey başarı kadar başarılı olamıyor...
İkincisi, para her şeyin ölçüsü olmaya başlıyor...
Üçüncüsü, başarı veya başarısızlıklar, toplumsal nedenlerden çok bireysel nedenlere bağlanıyor...
Ve artık kimse büyük ideallerin peşinde koşmuyor.
Savaş elbette korkunç bir şeydir. Ama insanlar gene de en az savaş dönemlerinde intihar ederler. Çünkü önlerinde kendi bireysel amaçlarını aşan, toplumsal boyutları olan büyük bir mücadele vardır.
Belki günümüz geçliğinin en fazla sıkıntısını çektiği şey, böyle bir misyondan, amaçtan yoksun olma duygusudur.
Bu tabloyu tamamlamak için şu paradoksu da eklemek lazım: Bir tarafan gençlere 'Para çok önemlidir' diyoruz, bir taraftan da işsizlik alabildiğine yaygınlaşıyor. Özellikle eğitimli gençlerin iş bulma şansı son derece düşük.
Dünkü gazetelerden birinde Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Nevzat Doğan'ın şu sözlerine yer verilmişti: Doğan, gençlerin çok karamsar olduğunu belirterek, "Ben de yoksul bir ailenin çocuğuyum," dedi. "Bir köy okulunu bitirdikten sonra parasız yatılı sınavını kazanarak ortaokul ve liseyi okudum. Tıp fakültesini askeri öğrenci olarak okudum. GATA'da doçent, Kocaeli Üniversitesi'nde profesör oldum. Herkes kendi geleceğini kendisi yapar."
Elbette iyi niyetle yapılmış bir konuşma. Ton olarak sayın Başbakan'ın
'Ekmeğini taştan çıkaran çocuk' öyküsünü andırıyor. Yalnız bu tür 'Biz ne zorluklarla okuduk adam olduk' nasihatlerinde beni rahatsız eden birkaç şey var. (Yanlış anlamayın, benim de zaman zaman kendimi böyle bir söyleme kaptırdığım oluyor.) Birincisi, herkesin başbakan veya profesör olması mümkün değil. Büyük adam olmasalar bile çocuklarımızı sevdiğimizi, seveceğimizi, başarının hayatta tek öemli ölçü olmadığını onlara anlatabilmeliyiz. İkincisi, 'Herkes kendi geleceğini yapar' türünden saptamalar bence hem doğru değildir, hem de çocukları kaldıramayacakları bir yükün altına sokmaktan başka bir işe de yaramayabilir. (Ve toplumsal yapının etkisini iyice göz ardı edip bireysel kurtuluşa bu kadar puan vermenin uzun vadede yıkıcı sonuçları olabilir.) Üçüncüsü, eğitimin amacı çocuğun yeteneklerini geliştirmesini sağlamak olmalıdır. Bunu sağlamayan eğitim çocuğa iş olanağı sunsa bile sınıfta kalmış demektir bence.