Aslında
her şey bir gaz bulutuyla başladı. Ama o kadar gerilere gitmeye gerek
yok. Jordan Mechner'in, kardeşini etrafta koşturup sonra da bunları
kameraya çekmesinden ve böylece motion capture'ın temellerini atmasıyla
doğan ilk Prince of Persia'dan da başlasak gayet yeterli olur.
Bilgisayarların muhasebe makinaları olarak görüldüğü bir zamanda
piyasaya çıkan PoP, bünyelerde (ve kaçınılmaz olarak mesai saatlerinde)
bomba etkisi yaptı ve oyunları bugünlere getirecek olaylar zincirinin
ilk halkalarından biri oldu.
Elbette, doksanlardan bu yana oyun
sektörü inanılmaz büyüdü. Artık ufak, amatör yapımların yerini,
binlerce kişinin ekmek parasını çıkarttığı sanat eserleri alıyor.
Oyuncular daha gerçekçi ve daha eğlenceli oyunlar istemeye başladı ki
bu da bizi Assassins's Creed'e getiriyor. Sizi oyunun benzerine az
rastlanır büyüsü olduğuna ikna etmeye çalışmadan önce tek bir şey
söylemek istiyorum. Kendinizi Kudüs'ün en yüksek minaresinden aşağı
bırakıp son onda bir tahta parçasına tutunarak tüy gibi yere
indiğinizde, oyun oynamayı neden hala sevdiğimizi tekrar
hatırlayacaksınız. Evet, AC böyle bir sihre sahip.
Aslında
PS3'te, Can ile suyunu çıkarttığımız bir oyunu, sıfırdan PC'de oynamak
beni birazcık sıktı. Bunun nedeni ise AC'nin belli bir yerden sonra
kendini tekrar etmesi. Ama yine de bunlar, ekranlarımızda görmek
istediğimiz tekrarlar efenim. Çünkü ilk Leap of Faith'ten sonra
etrafınıza bakındığınızda insanların size "Ah yavrucak, delirdi
herhalde" demesinden tutun da, Kudüs'ü ilk kez gördüğünüzde çenenizin
düşmesine kadar AC, gerçekten çok güzel bir oyun. Fakat Jade Raymond'un
gözlerini kırpıştırıp da söylediği gibi de hayatımızı değiştirecek "O"
oyun, bu değil. Nedenlerine nasıllarına gelin birlikte bakalım.
Gizli hançer, hangi koldaydı yahu?
AC,
pek çok oyunun kendine has özelliklerini aynı potada eritmeye çalışmış
ve bunda da kısmen başarılı olmuş bir yapım. Oyundaki üç ana şehir olan
Kudüs, Şam ve Akka'nın içinde ya da aralarındaki topraklarda rahatça
atınızı koşturabilmek, ufak maceralara atılmak, şehirlerdeki yan ve
mini görevler, yani genel olarak oyunun serbest yapısı GTA'ya,
duvarlarda koşup kılıç çekerek etraftakilere kök söktürmek yeni
jenerasyon PoP'lara ve suikastlerin giriş, gelişme, sonuç kısımları ise
tabii ki Hitman serisine benziyor. Sands of Time'ın yapımcısı Ubisoft
Montreal, bu özellikler ile kendi fikirlerini harmanlayarak çoğu
yönüyle etkileyici, ama bazı açılardan da sınıfta kalan bir oyun
sunuyor bizlere. Çünkü her ne kadar gizliliğe ve planlamaya dayansa da,
tek tuşluk harika karşı-ataklar ile oyundaki herkesi harcamanız o kadar
kolay ki, erkekliğin onda dokuzu ve oyunun özü olan kaçmak, dövüşlerin
rahatlığı yüzünden ikinci plana atılıyor.
Her
şeyden önce, AC, verdiği sözlerin çoğunu hakkıyla yerine getiren bir
oyun. Ubisoft, oyunu duyurduğundan beri iki şeyin üstüne çok durdu:
Biri Free running, diğeri ise kalabalıkla etkileşim. Montreal ekibi,
ikisinin de altından başarıyla kalkmış. İlk olarak, Fransa'da bir
gençlik akımı olarak başlayıp profesyonel bir spor dalı haline geline
Free running(serbest koşu), sanal ortama daha iyi aktarılamazdı.
Üstelik parmaklarınız birbirine dolanmadan, yalnızca tek tuşa basılı
tutarak damlardan atlamanız, duvarlarda koşmanız ve en ufak çıkıntıya
kolaylıkla tırmanabilmeniz gayet rahat. Aynı şey, kılıç dövüşleri için
de geçerli. Zamanlamasını doğru ayarladığınızda, yine tek tuşla
düşmanlarınızı olabilecek en estetik şekilde biçebilirsiniz. Tabii hal
böyle olunca, karşınızda genelde kimse duramıyor; bu yüzden de
gizliliği boş verip muhafızlara yara yara ilerlemeniz çok kolaylaşıyor.
Tabii bu kolaylıkta, düşmanlarınızın çok saygılı olmasının da payı var.
Etrafınızda çemberler çizerek size saldırmak için sıralarının gelmesini
bekliyorlar ve asla arkanızdan hamle etmiyorlar. Bu sebepten dolayı her
biri sizin kılıcınızın altında can veriyor.
Kalabalıkla
etkileşim ise bambaşka bir hikaye. Etrafınızdaki insanın sokaklarda
gezinen süsler olmadığını, koşarken birine çarpıp yere düştüğünüzde,
sizi kovalayanların kolundan ya da zorbalık yapıyorsanız sizin
kolunuzdan tuttuklarında veya bir dilenci tam siz hançerinizi çekmiş,
saldırmaya hazırken önünüze gelip yalvarmaya başladığında daha iyi
anlıyorsunuz. Tavırlarınıza ve içinde bulunduğunuz duruma göre size
destek ya da köstek olabilecek dinamik bir kalabalık, oyuna gerçekten
ayrı bir tat katıyor. Hayatını kurtardığınız bir dilenci kızın
mahallesindeki delikanlıların, peşinizdekilere saldırmasından tutun da,
rahiplerin arasına karışarak elinizi kolunuzu sallayarak giremediğiniz
yerlere kolaylıkla geçebilmenize, ya da tam sakin sakin yürürken
birilerinin yakanıza yapışmasına kadar sizi etkileyecek bir sürü tepki
mevcut ve her biri de size eşsiz bir oynanış süresi yaşatıyor.
Gelelim
suikastlere... Her şeyden önce, AC'yi hakkını vererek oynamak
istiyorsanız, kendinizi zorlayıp birazcık rol yapacaksınız; yani bir
suikastçı gibi düşünecek, ona göre hareket edeceksiniz. Evet,
kılıcınızı çekip hedefinize giden yolu kan ile sulayabilirsiniz; hatta
bu bir yere kadar eğlenceli bile olabilir. Ama o yerden sonra önünüze
her geleni kesebiliyor oluşunuz, oyunu tekdüzeleştirecektir. Asıl
yapmanız gereken, suikastlerin her bir aşamasını bir suikastçı gibi
düşünerek tamamlamak. Başarılı bir suikastın üç ana koşulu vardır:
Gözlem, plan ve idam. Önce şehirde dolaşarak sağdan-soldan hedefinizle
ilgili bilgi toplamalısınız. Bunu yapmanın birden fazla yolu var.
Şehirdeki çığırtkanları köşede sıkıştırıp ağızlarındaki baklayı döve
döve çıkartabilir, çeşme başı konuşmalarına kulak misafiri olabilir,
belli kişilerden belli bilgileri çalabilir ya da şehirdeki casuslardan,
karşılığını vererek, yardım alabilirsiniz. Yeterli kanıt topladığınız
zaman, şehirdeki adamınıza gitmeli ve suikast için izin(gül... ööh
evet) almalısınız. Asıl eğlence de bundan sonra başlıyor.
Amacınız,
sadece hedefin hayatına son vermek değil, bunu insanların gözünün
önünde yapmak. Hal böyle olunca da, ortalığa atlayıp kılıcınızı
savurmak yerine plan yapmanız gerekiyor. Eğer sistematik ve sakin olup
muhafızların hareketleri gözleyerek kalabalığı lehinize çevirirseniz,
kolunuza takılması için sol yüzük parmağınızı feda ettiğiniz
hançerinizi doğrulttuğunuz insanın hiçbir şansı kalmaz. Suikast sonrası
ise tam bir kaos: Bağırıp etrafta koşuşan bir kalabalık, ellerindeki
kılıçları size doğru savuran tapınak şövalyeleri ve o karmaşanın
ortasında siz. Ne yapacaksınız? Elbette siz de kılıcınızı çekip bir kaç
dakikada şehri mezbahaya çevirebilirsiniz; fakat gerçek bir suikastçı
böyle davranmaz. Yukarıda bahsettiğim rol yapma, işte burada devreye
giriyor. İnanın bana, kalabalığın arasından insanları sağa sola iterek
ve duvarlara tırmanıp damdan dama atlayarak kaçmak, karşınıza her
geleni tek hamlede öldürmekten çok daha eğlenceli. Tabii kalabalığın
arasından geçerken evvelden yardım ettiğiniz herkes, peşinizdekileri
bir şekilde yavaşlatıyor. Yani AC, "ezilenin dostu, damların kedisi"
tarzı bir oynanışı sonuna kadar ödüllendiren bir yapıya sahip. Çünkü
öteki türlü şehir nüfusları hızla azalıyor.
Grafiklerden
bahsetmeme gerek yok sanırım. DirectX 10'un nimetlerinden sonuna kadar
faydalanan grafik motoru ile gökyüzündeki bulutların hareket halinde
olmasından; Şam, Akra ve Kudüs'ün mükemmel tasarımlarına kadar etraf
estetik, ayrıntı ve işçilik kaynıyor. Ayrıca Jesper Kyd imzalı şahane
müzikler de epik atmosferi güçlendiriyor. Kudüs'ü ilk gördüğüm zaman
çalan müziği hatırladıkça tüylerim diken diken olur mesela. Ha bir de
Türkçe konuşan Tapınak Şövalyelerini de unutmamak lazım.) Kısacası AC,
hem göze hem de kulağa kusursuz şekilde hitap eden bir oyun. Ama,
farkındaysanız hikayeden hiç bahsetmedim. Bunun sebebi, farklı din ve
kültürlerin bir araya gelmesi ile oluşan, günümüzde bile tartışılan
gizemli uygarlıkları temel alarak içine bolca komplo teorisi
serpiştiren, fakat ne yazık ki bunu kopuk bir kurgu ile bizlere sunan
bir bilim kurgu var karşımızda. Gerçi oyunun sonunda açıklansa daha
etkili olacak bir unsurun daha oyunun başında gösterilmesi benim
garibime gitse de, yine de credits akarken karanlık ekrana
bakakalmanızı sağlayacak derecede etkili ama bir o kadar da yetersiz
bir son da sizi bekliyor.
Her
şey bu kadar güzel giderken, "kadı kusuru" deyip geçemeyeceğimiz
eksiklikler de yok değil hani. Mesela, her şeye rağmen AC'nin tekdüze
bir oyun olması. Özellikle ana hikayeyi yarıladıktan sonra yaptığınız
her şey, size birer tekrar gibi gelecek; çünkü gerçekten de öyle.
Ayrıca üç şehir yapıp, şehirlerin içine üçer beşer yan görev, birer
tane de ana görev koyunca GTA olunmuyor. Açıkçası yan ve mini
görevlerdeki çeşit kıtlığı benim canımı çok sıktı. Bilgi toplarken, bir
çığırtkanı zibilyonuncu kere takip edince ister istemez sol gözünüz
seğiriyor. Aynı göz, oyundan çıkmak için üç ayrı menüye girmek zorunda
kalınca, uzun ve üçüncü defa dinlenildiğinde sıkan konuşmaları
geçemeyince ve kopuk bir kurgu üstüne inşa edilmiş sağlam bir hikayenin
tırt sonunu görünce de seğiriyor, oyunu hiç plan yapmadan, şehirdeki
herkesi doğrayarak oynayabileceğinizi fark ettiğinizde de...
Kötü
yanları yazının sonuna koyunca da büyüsü kaçıyormuş azıcık yahu. Neyse,
hemen toparlayalım: Assassins's Creed, şu sıralar bilgisayarınızda
oynayabileceğiniz muhtemelen en kaliteli ve eğlenceli oyunlardan biri.
Peki bir klasik mi? Üzgünüm, ama değil. Mükemmel bir oyun mu? Bu sıfatı
da kılpayıyla ıskalıyor. Ama kesinlikle çok eğlenceli, kendini çatır
çatır oynatan ve orjinal bir oyun. Paranızın hakkını da sonuna kadar
verecektir. Tek yapmanız gereken ise, Altair'in kafasının içine biraz
bile olsa girebilmek.
System Requirements
her şey bir gaz bulutuyla başladı. Ama o kadar gerilere gitmeye gerek
yok. Jordan Mechner'in, kardeşini etrafta koşturup sonra da bunları
kameraya çekmesinden ve böylece motion capture'ın temellerini atmasıyla
doğan ilk Prince of Persia'dan da başlasak gayet yeterli olur.
Bilgisayarların muhasebe makinaları olarak görüldüğü bir zamanda
piyasaya çıkan PoP, bünyelerde (ve kaçınılmaz olarak mesai saatlerinde)
bomba etkisi yaptı ve oyunları bugünlere getirecek olaylar zincirinin
ilk halkalarından biri oldu.
Elbette, doksanlardan bu yana oyun
sektörü inanılmaz büyüdü. Artık ufak, amatör yapımların yerini,
binlerce kişinin ekmek parasını çıkarttığı sanat eserleri alıyor.
Oyuncular daha gerçekçi ve daha eğlenceli oyunlar istemeye başladı ki
bu da bizi Assassins's Creed'e getiriyor. Sizi oyunun benzerine az
rastlanır büyüsü olduğuna ikna etmeye çalışmadan önce tek bir şey
söylemek istiyorum. Kendinizi Kudüs'ün en yüksek minaresinden aşağı
bırakıp son onda bir tahta parçasına tutunarak tüy gibi yere
indiğinizde, oyun oynamayı neden hala sevdiğimizi tekrar
hatırlayacaksınız. Evet, AC böyle bir sihre sahip.
Aslında
PS3'te, Can ile suyunu çıkarttığımız bir oyunu, sıfırdan PC'de oynamak
beni birazcık sıktı. Bunun nedeni ise AC'nin belli bir yerden sonra
kendini tekrar etmesi. Ama yine de bunlar, ekranlarımızda görmek
istediğimiz tekrarlar efenim. Çünkü ilk Leap of Faith'ten sonra
etrafınıza bakındığınızda insanların size "Ah yavrucak, delirdi
herhalde" demesinden tutun da, Kudüs'ü ilk kez gördüğünüzde çenenizin
düşmesine kadar AC, gerçekten çok güzel bir oyun. Fakat Jade Raymond'un
gözlerini kırpıştırıp da söylediği gibi de hayatımızı değiştirecek "O"
oyun, bu değil. Nedenlerine nasıllarına gelin birlikte bakalım.
Gizli hançer, hangi koldaydı yahu?
AC,
pek çok oyunun kendine has özelliklerini aynı potada eritmeye çalışmış
ve bunda da kısmen başarılı olmuş bir yapım. Oyundaki üç ana şehir olan
Kudüs, Şam ve Akka'nın içinde ya da aralarındaki topraklarda rahatça
atınızı koşturabilmek, ufak maceralara atılmak, şehirlerdeki yan ve
mini görevler, yani genel olarak oyunun serbest yapısı GTA'ya,
duvarlarda koşup kılıç çekerek etraftakilere kök söktürmek yeni
jenerasyon PoP'lara ve suikastlerin giriş, gelişme, sonuç kısımları ise
tabii ki Hitman serisine benziyor. Sands of Time'ın yapımcısı Ubisoft
Montreal, bu özellikler ile kendi fikirlerini harmanlayarak çoğu
yönüyle etkileyici, ama bazı açılardan da sınıfta kalan bir oyun
sunuyor bizlere. Çünkü her ne kadar gizliliğe ve planlamaya dayansa da,
tek tuşluk harika karşı-ataklar ile oyundaki herkesi harcamanız o kadar
kolay ki, erkekliğin onda dokuzu ve oyunun özü olan kaçmak, dövüşlerin
rahatlığı yüzünden ikinci plana atılıyor.
Her
şeyden önce, AC, verdiği sözlerin çoğunu hakkıyla yerine getiren bir
oyun. Ubisoft, oyunu duyurduğundan beri iki şeyin üstüne çok durdu:
Biri Free running, diğeri ise kalabalıkla etkileşim. Montreal ekibi,
ikisinin de altından başarıyla kalkmış. İlk olarak, Fransa'da bir
gençlik akımı olarak başlayıp profesyonel bir spor dalı haline geline
Free running(serbest koşu), sanal ortama daha iyi aktarılamazdı.
Üstelik parmaklarınız birbirine dolanmadan, yalnızca tek tuşa basılı
tutarak damlardan atlamanız, duvarlarda koşmanız ve en ufak çıkıntıya
kolaylıkla tırmanabilmeniz gayet rahat. Aynı şey, kılıç dövüşleri için
de geçerli. Zamanlamasını doğru ayarladığınızda, yine tek tuşla
düşmanlarınızı olabilecek en estetik şekilde biçebilirsiniz. Tabii hal
böyle olunca, karşınızda genelde kimse duramıyor; bu yüzden de
gizliliği boş verip muhafızlara yara yara ilerlemeniz çok kolaylaşıyor.
Tabii bu kolaylıkta, düşmanlarınızın çok saygılı olmasının da payı var.
Etrafınızda çemberler çizerek size saldırmak için sıralarının gelmesini
bekliyorlar ve asla arkanızdan hamle etmiyorlar. Bu sebepten dolayı her
biri sizin kılıcınızın altında can veriyor.
Kalabalıkla
etkileşim ise bambaşka bir hikaye. Etrafınızdaki insanın sokaklarda
gezinen süsler olmadığını, koşarken birine çarpıp yere düştüğünüzde,
sizi kovalayanların kolundan ya da zorbalık yapıyorsanız sizin
kolunuzdan tuttuklarında veya bir dilenci tam siz hançerinizi çekmiş,
saldırmaya hazırken önünüze gelip yalvarmaya başladığında daha iyi
anlıyorsunuz. Tavırlarınıza ve içinde bulunduğunuz duruma göre size
destek ya da köstek olabilecek dinamik bir kalabalık, oyuna gerçekten
ayrı bir tat katıyor. Hayatını kurtardığınız bir dilenci kızın
mahallesindeki delikanlıların, peşinizdekilere saldırmasından tutun da,
rahiplerin arasına karışarak elinizi kolunuzu sallayarak giremediğiniz
yerlere kolaylıkla geçebilmenize, ya da tam sakin sakin yürürken
birilerinin yakanıza yapışmasına kadar sizi etkileyecek bir sürü tepki
mevcut ve her biri de size eşsiz bir oynanış süresi yaşatıyor.
Gelelim
suikastlere... Her şeyden önce, AC'yi hakkını vererek oynamak
istiyorsanız, kendinizi zorlayıp birazcık rol yapacaksınız; yani bir
suikastçı gibi düşünecek, ona göre hareket edeceksiniz. Evet,
kılıcınızı çekip hedefinize giden yolu kan ile sulayabilirsiniz; hatta
bu bir yere kadar eğlenceli bile olabilir. Ama o yerden sonra önünüze
her geleni kesebiliyor oluşunuz, oyunu tekdüzeleştirecektir. Asıl
yapmanız gereken, suikastlerin her bir aşamasını bir suikastçı gibi
düşünerek tamamlamak. Başarılı bir suikastın üç ana koşulu vardır:
Gözlem, plan ve idam. Önce şehirde dolaşarak sağdan-soldan hedefinizle
ilgili bilgi toplamalısınız. Bunu yapmanın birden fazla yolu var.
Şehirdeki çığırtkanları köşede sıkıştırıp ağızlarındaki baklayı döve
döve çıkartabilir, çeşme başı konuşmalarına kulak misafiri olabilir,
belli kişilerden belli bilgileri çalabilir ya da şehirdeki casuslardan,
karşılığını vererek, yardım alabilirsiniz. Yeterli kanıt topladığınız
zaman, şehirdeki adamınıza gitmeli ve suikast için izin(gül... ööh
evet) almalısınız. Asıl eğlence de bundan sonra başlıyor.
Amacınız,
sadece hedefin hayatına son vermek değil, bunu insanların gözünün
önünde yapmak. Hal böyle olunca da, ortalığa atlayıp kılıcınızı
savurmak yerine plan yapmanız gerekiyor. Eğer sistematik ve sakin olup
muhafızların hareketleri gözleyerek kalabalığı lehinize çevirirseniz,
kolunuza takılması için sol yüzük parmağınızı feda ettiğiniz
hançerinizi doğrulttuğunuz insanın hiçbir şansı kalmaz. Suikast sonrası
ise tam bir kaos: Bağırıp etrafta koşuşan bir kalabalık, ellerindeki
kılıçları size doğru savuran tapınak şövalyeleri ve o karmaşanın
ortasında siz. Ne yapacaksınız? Elbette siz de kılıcınızı çekip bir kaç
dakikada şehri mezbahaya çevirebilirsiniz; fakat gerçek bir suikastçı
böyle davranmaz. Yukarıda bahsettiğim rol yapma, işte burada devreye
giriyor. İnanın bana, kalabalığın arasından insanları sağa sola iterek
ve duvarlara tırmanıp damdan dama atlayarak kaçmak, karşınıza her
geleni tek hamlede öldürmekten çok daha eğlenceli. Tabii kalabalığın
arasından geçerken evvelden yardım ettiğiniz herkes, peşinizdekileri
bir şekilde yavaşlatıyor. Yani AC, "ezilenin dostu, damların kedisi"
tarzı bir oynanışı sonuna kadar ödüllendiren bir yapıya sahip. Çünkü
öteki türlü şehir nüfusları hızla azalıyor.
Grafiklerden
bahsetmeme gerek yok sanırım. DirectX 10'un nimetlerinden sonuna kadar
faydalanan grafik motoru ile gökyüzündeki bulutların hareket halinde
olmasından; Şam, Akra ve Kudüs'ün mükemmel tasarımlarına kadar etraf
estetik, ayrıntı ve işçilik kaynıyor. Ayrıca Jesper Kyd imzalı şahane
müzikler de epik atmosferi güçlendiriyor. Kudüs'ü ilk gördüğüm zaman
çalan müziği hatırladıkça tüylerim diken diken olur mesela. Ha bir de
Türkçe konuşan Tapınak Şövalyelerini de unutmamak lazım.) Kısacası AC,
hem göze hem de kulağa kusursuz şekilde hitap eden bir oyun. Ama,
farkındaysanız hikayeden hiç bahsetmedim. Bunun sebebi, farklı din ve
kültürlerin bir araya gelmesi ile oluşan, günümüzde bile tartışılan
gizemli uygarlıkları temel alarak içine bolca komplo teorisi
serpiştiren, fakat ne yazık ki bunu kopuk bir kurgu ile bizlere sunan
bir bilim kurgu var karşımızda. Gerçi oyunun sonunda açıklansa daha
etkili olacak bir unsurun daha oyunun başında gösterilmesi benim
garibime gitse de, yine de credits akarken karanlık ekrana
bakakalmanızı sağlayacak derecede etkili ama bir o kadar da yetersiz
bir son da sizi bekliyor.
Her
şey bu kadar güzel giderken, "kadı kusuru" deyip geçemeyeceğimiz
eksiklikler de yok değil hani. Mesela, her şeye rağmen AC'nin tekdüze
bir oyun olması. Özellikle ana hikayeyi yarıladıktan sonra yaptığınız
her şey, size birer tekrar gibi gelecek; çünkü gerçekten de öyle.
Ayrıca üç şehir yapıp, şehirlerin içine üçer beşer yan görev, birer
tane de ana görev koyunca GTA olunmuyor. Açıkçası yan ve mini
görevlerdeki çeşit kıtlığı benim canımı çok sıktı. Bilgi toplarken, bir
çığırtkanı zibilyonuncu kere takip edince ister istemez sol gözünüz
seğiriyor. Aynı göz, oyundan çıkmak için üç ayrı menüye girmek zorunda
kalınca, uzun ve üçüncü defa dinlenildiğinde sıkan konuşmaları
geçemeyince ve kopuk bir kurgu üstüne inşa edilmiş sağlam bir hikayenin
tırt sonunu görünce de seğiriyor, oyunu hiç plan yapmadan, şehirdeki
herkesi doğrayarak oynayabileceğinizi fark ettiğinizde de...
Kötü
yanları yazının sonuna koyunca da büyüsü kaçıyormuş azıcık yahu. Neyse,
hemen toparlayalım: Assassins's Creed, şu sıralar bilgisayarınızda
oynayabileceğiniz muhtemelen en kaliteli ve eğlenceli oyunlardan biri.
Peki bir klasik mi? Üzgünüm, ama değil. Mükemmel bir oyun mu? Bu sıfatı
da kılpayıyla ıskalıyor. Ama kesinlikle çok eğlenceli, kendini çatır
çatır oynatan ve orjinal bir oyun. Paranızın hakkını da sonuna kadar
verecektir. Tek yapmanız gereken ise, Altair'in kafasının içine biraz
bile olsa girebilmek.
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 800x500. |
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 800x500. |
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 1024x576. |
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 1024x576. |
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 1024x576. |
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 1024x576. |
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 1024x576. |
Bu resim yeniden boyutlandirildi. Resmin gerçek boyutunu görmek için bu çubuga tiklayin. Resimin orjinal ölçüleri 1024x576. |
System Requirements
Supported OS: Windows XP or Windows Vista only
Processor:
Dual core processor 2.6 GHz Intel® Pentium® D or AMD Athlon™ 64 X2
3800+ (Intel Core® 2 Duo 2.2 GHz or AMD Athlon 64 X2 4400+ or better
recommended)
RAM: 1 GB Windows Xp / 2 GB Windows Vista
256 MB DirectX® 10.0-compliant video card or DirectX 9.0-compliant card with Shader Model 3.0 or higher
Sound Card: DirectX 9.0 or 10.0 compliant sound card (5.1 sound card recommended)
DirectX Version: DirectX 9.0 or DirectX 10.0 libraries (included on disc)
DVD-ROM: DVD-ROM dual-layer drive or blu-ray disc
Hard Drive Space: 11 GB
Peripherals Supported: Keyboard, mouse, optional controller (Xbox 360 Controller for Windows recommended)
Supported video cards at time of release:
ATI® RADEON® X1600†/1650†-1950/HD 2000/3000 series
NVIDIA GeForce® 6800†/7/8/9 series
---6.51 GB---
http://dl.free.fr/getfile.pl?file=/w7f8EniX/rld-acrd-up-wiigag-pour-directstreet.iso
arkadaşlar açılan sitede "Télécharger ce fichier" yazıyor ortada ona tıklayın inmeye başlayacaktır...
http://dl.free.fr/getfile.pl?file=/w7f8EniX/rld-acrd-up-wiigag-pour-directstreet.iso
arkadaşlar açılan sitede "Télécharger ce fichier" yazıyor ortada ona tıklayın inmeye başlayacaktır...
Önemli:Bu Linke tıkladığınız zaman flashget üzerinden oyun indirilecektir...Oyun indirmeniz için flashget olması gerekmektedir...
Flashget olmayan arkadaşlarda burdan indirebilirler...
http://cdn-down.flashget.com/flashget196en.exe
http://cdn-down.flashget.com/flashget196en.exe